fatgalcga

Durum: 1905 - 0 - 0 - 0 - 05.10.2016 22:59

Puan: 27518 - Sözlük Kaşarı

11 yıl önce kayıt oldu. 4.Nesil Yazar.

dağlar dağlar.
  • /
  • 96

noisettes

yıllardır don't upset the rhythm ve never forget you'sunu üst üste dinleyip kendimden geçtiğim gruptur. sanırım geçen sene türkiye'ye gelmişlerdi.



ahmetkarya

iki tane pazulu, üç numara falan saçlı, böyle masc arkadaşın ''kız tribine'' girmesini pek samimi bulmuyorum. inanılmaz itici ve çifte standart bi durum. şunu güzel halkımızın elinden, yüzünden ya da öyle istedikleri için gay diye ateşe tutacağı tipler yapsa yerin dibine sokacaklarken kendilerine bu sempatiyi de anlamlandıramıyorum. hele de kendileriyle bir o kadar dalga geçilen kadınların bunlara bayılmalarına inanamıyorum.

chris hemsworth

sokak ortasında esneme-gerilme yaparken görülmüş kendisi. hayatımda böyle güzel bir esneme hareketi görmedim, pilates lastiğin ebru şallı'n olayım chris!!!

hoşlanılan kişinin günde 4 ekmek yemesi

belki de zamanında kendisine ''daha 40 fırın ekmek yemen lazım'' demiştir birileri de, o da o idealine ulaşmak için yiyordur. bilemeyiz.

the mortal instruments: city of bones

aynı isimli kitap serisinden uyarlanan; başrolde lily collins, jamie campbell power ve kevin zegers'ın rol aldığı 2013 yapımı fantastik gerilim.

tam bir ergen filmi izlenimi çizse de, hikayede vampirinden kurt adamına, cadısından bilimum tüm paranormal ögeleri barındırmasıyla fena olmayan film. 18'inci yaşında ailesi ve kendisi hakkında öğrendiği ''sihirli'' sırrı sonrasında clary kızımızın başına gelenleri, doğaüstü varlıklarla maceralarını izliyoruz. ayrıca film de üstü kapalı geçilse de hikayede gay bir çift de içermesiyle benzerlerinden bir tık farklılık göstermektedir.

trailer -

denizatı dövmesi

deniz atlarında erkek denizatları da hamile kalabildiğinden ve genellikle de tek eşli olduklarından ekstra sempatik gelmektedirler gözüme. konunun lgbt ile alakası bu detaytan ötürüydü sanırım.

nyle dimarco

america's next top model yarışmasıyla adını duyuran, son bir yıldır tanımaya başladığımız 89lu amerikalı top model/dansçı/aktivist. sağırdır ve kendisini ''sexually fluid'' olarak tanımlamakta.

şahsen mevlana'nın da dediği gibi ''ne olursan ol, gel'' diyerekten kendisini her türlü, her şekilde, her şartta kabul etmeye hazırım. allah'ın yine ekstra zaman ayırarak hiçbir santimini boş geçmediği, seksilik abidesi doktora eserlerinden.









https://www.instagram.com/p/BJtBtusg4_L/

billy eichner

elinde mikrofonuyla insanların karşına zort! diye çıkıp sorular soran-çoğu zaman cevabı beklemeyen- amerikalı komedyen.

conan'ın programı için yaptığı sokak röportajlarıyla kendisinden haberim olsa da, sonradan parks & recreation'da craig karakteriyle karşımıza çıkıyor. sesi, boyu, ifadeleriyle fazlasıyla komiktir, ayrıca gaydir. julianne moore'lu röportajı favorim.






yazarların şu anki ruh halleri

lady gaga

bir süredir önümüzdeki 51. super bowl'da devrearası performansı sergileyeceği konuşulurken, geçenlerde kendisi de resmileştirerek sahne alacağını açıkladı.

http://www.instagram.com/p/BK9bSTPDwKx/

ayrıca 19 yaşında lupus'tan ölen halasının adını taşıyan albümü ''joanne'' de 21 ekim'de çıkıyor.

eşcinsel kadına aşık olan heteroseksüel erkek

tam tersi durumu anlatan şöyle bir yazı bulunmakta,

http://www.elle.com/life-love/sex-relati...

g.b.f.

'' neden senin gbf'in olmak istemiyor? '' hakkında bir yazı,

http://thetab.com/us/2016/07/12/doesnt-w...

parks and recreation

the office ve türevi dizilerden haz etmediğimden uzak duran birisi olarak, sıkıntıdan öylesine başladığım ve son 3 haftadır gerçekten yaşama sevincim olan mükemmel ötesi dizi. öyle ki, şu an açık ara izlediğim en iyi dizi bile diyebilirim neredeyse.

2 günde 3 sezon izleyip ara vereyim derken sonunda 6.sezona gelerek artık her bölümü saya saya izlemeye başladım. 1.sezonu 6 bölüm ile ısınma turlarıa oynasa da 2.sezon ile tam gaz devam ediyor. bu zamana kadar bir tane boş bölüm, yapılmış/doldurmuş olmak için yapılan espri vs görmedim, hiçbir şekilde boşa atmıyor. daha çok kankası tina fey'i sevsem de, bundan sonra leslie knope'un askerleriyiz !!!



bunu böyle alıp her yere yapıştırmak istiyorum o derece. leslie'nin asla pes etmeyişi, insan üstü enerjisi, motivasyonu... sanırım 6 sezon boyunca bir kere bir şeyin peşini bıraktığını, ağladığını vs görmedim. ayrıca izlediğim 5 sezon boyunca amy poehler'ın çiğ sarışınlıktan günümüze ulaşan saç evrimini de izlemiş oldum. ann ile ilişkisine ciddi şekilde hayranım ve talibim. ann'i biraz yavan buluyorum, her ne kadar leslie kendisini şöyle tanımlasa da:

http://www.vulture.com/2015/02/leslie-kn...

sosyal medyadan april & andy ikisilini bilsem de chris pratt her sahnede sevimlilikten ölme sınırlarını zorluyor; bihter ziyagil-ölüyorum anlasana modunda anna faris'e saydırıyorum. olamaz yani böyle bi şey, hatta dizinin sözleriyle ''he's a giant puppy with no shame''. april'i ilk başta abartı kötü bulsam da sonra epey yerine oturdu dizide ama ilerleyen sezonlarda yumuşaması doğru bulmadımı, o ilk sezonlardaki kök söktüren haline hayranım (bkz: 94 meetings).

donna zaten kendi başına akıyor, jerry ''damn you jerry''. tom'u bile ilk 2 sezonda sevmezken artık bayılıyorum, hele de o 'pıliiiz' demesine. ron zaten kendi başına spin off'u olması gereken bir karakter. ilk başta sevmesem de chris & ben ikilisi bile harika. rob lowe'un seksiliğinden mi bilinmez sezonlardır pozitifliği neredeyse hiç bırakmayan haliyle chris ve seslenişlerine hastayım.

her bölümü ayrı güzel olsa da; favorilerim kesinlikle 2.sezon açılışı-leslie'nin gaylerin şahı olması, 4.sezondaki mun debate ve 5.sezonun son bölümü. bunlar ayrı bir güzel, dönüp dönüp izlenilesi.

tinder

tinder'da daha fazla match nasıl olunur?

tove lo

kendisinin bir years & years - desire düetiyle bilsem de, geçenlerde çıkan cool girl'ünü pek beğenmekteyim.

hornet kezbanlarından inciler

''daha fazla ne olabilir?'' derken:

#nodarbeci, ''ey aşk tara beni'', ''erkekliğinden feragat etmeyen kısımdanım''cılarıyla bir kere daha güzel ülkemin güzide gayleri şaşırtmaya devam ediyor.

jessica lange

postman always rings twice, frances, big fish, tootsie ve all that jazz ve nice filminde döktüren ancak günümüzdeki ününü ahs ile kazanan aktris. 6 oscar adaylığı ve 2 kazanmışlığı vardır. böyle bir tavır, böyle bir doğal ''umrumda değilsiniz'' tavrı yok, inanılmaz derecede cool. ödül konuşmaları/röportajlardan gördüğümse bir o kadar da hafif mütevazı kendisi. ryan murphy'nin yeni dizisi feud ile geri dönüyormuş ekranlara.

yalan değil, benim için de her zaman the supreme olarak kalacaktır kendileri.

https://www.google.com.tr/search?q=jessi...


bir de tabi ki, şu efsane performansını bırakayım.

ayı sözlük yazarlarının ilişki durumları

yazarların şu anki ruh halleri

başlıkları alt alta okumak

.cool olmak
.paris
.arka sokaklar
  • /
  • 96
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 1905

still alice

julianne moore'a kazandığı oscar'ı sonuna kadar hak ettiğini gösteren, enfes bir drama. alice (moore), columbia üniversitesinde dil bilimi üzerine uzmanlaşmış, bu konuda kaynak sayılan bir kitap yazmış profesördür. bir gün üniversite kampüsünde koşarken kaybolduğunu hisseder. bunun ve birkaç şeyin üzerine doktora giden alice'e erken alzheimer teşhisi konur ve devamında alice ve ailesinin yaşadıklarına tanık oluruz filmde.

--- spoiler ---

julianne moore'u her filminde ayrı bir sevsem de, hep the hours'taki rolünün yeri bende ayrıydı ta ki alice'e kadar. julianne moore'un o güzelliği, hikayenin de epey iyi olmasıyla film boyunca ilginç bir etki doğuruyor insanda-ki alice pek de öyle süslü püslü bir kadın değilken. dahası, linguistik yani hayatı konuşmak üzere olan bir kadının anılarını unutması(alice kendisini anıları ile ifade ediyor) dahası filmin sonunda neredeyse konuşmayı bile unuttuğunu görüyoruz, epey sert bir yerden vuruyor insanı. ayrıca film boyunca alice'in annesi ve kardeşini içeren o anısından izlenen kesitler filmin sonunda beyaz bir ekran ile sonlanarak aslında alice'in film boyunca hep tutuntuğu o anısını da artık unuttuğunu göstererek bir kez daha üzüyor.

ve tabiki o alzheimer derneği'ndeki konuşması, her şeye bedel.



--- spoiler ---

eşcinsellerin genelde kendilerine benzeyen kişilerden hoşlanması

fiziksel olarak bakıldığında sanırım "ben böyle gözüküyorum ve en azından aynısını hak ediyorum" gibisinden, bize hep daha iyisini en iyisini elde etmemiz-kazanmamız söylendiğinden doğru olan önerme. zaten daha ilk entryde de çok güzel açıklanmış birçok kaslı beyin kendileri gibilerini beğenmeleri, veya 20 kilo kabarık saçlı erdemlerin yine kendilerine gitmesi gibi. ya da en basiti direkt, yüzeysel olunmasa bile çekiciliğin, cinsel kimyanın gücü azımsanayamacağından herkes seksi bireyleri talep ediyor.

belki bir sebebi de, yine bahsedildiği gibi narsisizm, belki istemli belki istemsiz. sorunlu ya da sıradan, normal bir insan da olsanız da kendimizi hep "okey" görmekle, yani aslında kişilik-romantizm bazında iyiyim, problemim yok kafasıyla yine insanın kendisi gibi birisini tarif etmesiyle kendisine göre "olağan"ı tanımlaması sonucu doğuyor haliylen.

gaylerin heterolardan daha iyi oldukları şeyler

bizi kızdırmamalarını öneriyorum.

chris hemsworth

sokak ortasında esneme-gerilme yaparken görülmüş kendisi. hayatımda böyle güzel bir esneme hareketi görmedim, pilates lastiğin ebru şallı'n olayım chris!!!

la vie boheme

fransızca ''bohem hayat'' manasına gelen, bütün ekibin katıldığı enfes rent parçası. hele de idina menzel'in ''hey mister, she's my sister'' ve anthony rapp'in ''mucho masturbation '' kısımları ayrı bir güzel.

benny
you make fun - yet i'm the one
attempting to do some good
or do you really want a neighborhood
where people piss on your
stoop every night?
bohemia, bohemia's
a fallacy in your head
this is calcutta,
bohemia is dead

mark
dearly beloved we gather here to say our goodbyes

collins & roger
dies irae - dies illa, kyrie eleison
yitgadal v'yitkadash

mark
here she lies, no one knew her worth
the late great daughter of mother earth
on these nights when we
celebrate the birth
in that little town of bethlehem
we raise our glass - you bet your ass to -
la vie boheme

all
la vie boheme
la vie boheme
la vie boheme
la vie boheme

mark
to days of inspiration
playing hookey, making
something out of nothing
the need to express-
to communicate,
to going against the grain,
going insane, going mad
to loving tension, no pension
to more than one dimension,
to starving for attention,
hating convention, hating pretension
not to mention of course,
hating dear old mom and dad
to riding your bike,
midday past the three-piece suits
to fruits - to no absolutes-
to absolute - to choice-
to the village voice-
to any passing fad
to being an us for once ... instead of a them!!

all
la vie boheme, la vie boheme

mr. grey
ahhemm

maureen
hey mister - she's my sister

waiter
so that's five miso soup, four seaweed salad
three soy burger dinner, two tofu dog platter
and one pasta with meatless balls

roger
eww

collins
it tastes the same

mimi
if you close your eyes

waiter
and thirteen orders of fries
is that it here?

all
wine and beer!

mimi & angel
to hand-crafted beers
made in local breweries
to yoga, to yogurt, to rice and beans and cheese
to leather, to dildos, to curry vindaloo
to huevos rancheros and maya angelou

maureen & collins
emotion, devotion, to causing a commotion
creation, vacation

mark
mucho masturbation

maureen & collins
compassion, to fashion, to passion when it's new

collins
to sontag

angel
to sondheim

four girls
to anything taboo

collins & roger
ginsberg, dylan, cunnigham and cage,

collins
lenny bruce

roger
langston hughes

maureen
to the stage

bohemians
to uta. to buddha. pablo neruda, too.

mark & mimi
why dorothy and toto went over the rainbow
to blow off auntie em

all
la vie boheme

mr. grey
sisters?

maureen & joanne
we're close

angels & collins
brothers!

mark, angel & mimi
bisexuals, trisexuals, homo sapiens,
carcinogens, hallucinogens, men,
pee wee herman
german wine, turpetine, gertrude stein
antoniotti, bertolucci, kurosawa
carmina burana

all
to apathy, to entropy, to empathy, ecstacy
vaclav havel - the sex pistols, 8bc
to no shame - never playing the fame game

collins
to marijuana

all
to sodomy, it's between god and me
to s & m

benny
waiter ... waiter ... waiter ....... waiter!

all
la vie boheme

collins
in honor of the death of bohemia an impromptu salon
will commence immediately following dinner ...
mimi marquez, clad only in bubble wrap,
will perform her famous lawn chair-handcuff dance
to the sounds of iced tea being stirred.

roger
and mark cohen will preview his new documentary
about his inability to hold an erection
on the high holy days.

mark
and maureen johnson, just
back from her spectacular one-night engagement at the eleventh street lot, will perform native american tribal chants backwards through her vocoder,
while accompanying herself on the electric
cello - which she has never studied.

benny
your new boyfriend doesn't know about us.

mimi
there's nothing to know

benny
don't you think that we should discuss...

mimi
it was three months ago.

benny
he doesn't act like he's with you.

mimi
we're taking it slow.

benny
where is he now?

mimi
he's right... hmm, where'd he go?

mark
and roger will attempt to write a bittersweet, evocative song.
(roger plays a solo)
that doesn't remind us of "musetta's waltz!"

collins
angel dumott schunard will model the latest fall fashions
from paris while accompanying herself on the 10 gallon plastic pickle tub.

angel
and collins will recount his exploits as anarchist -
including the tale of the successful reprogramming of the m.i.t.
virtual reality equipment to self-destruct, as it broadcasts the words:

all
"actual reality - act up - fight aids"

mimi
excuse me - did i do something wrong?
i get invited - then ignored all night long

roger
i've been trying - i'm not lying
no one's perfect. i've got baggage

mimi
life's too short, babe, time is flying
i'm looking for baggage that goes with mine

roger
i should tell you

mimi
i got baggage too

roger
i should tell you

roger & mimi
baggage

all
wine and beer!

mimi
azt break

roger
you?

mimi
me. you?

roger
mimi

full performans olmasa da,

aileye açılmak

twitter'da rastladığım 4 fotoğraflık bir öyküyü, ve siz sevgili sözlükçüler için olduğunca çevirdim. sanırım esasen bir tumblr postu, epey de gülümsetti beni.

bir anne, ev arkadaşıyla beraber yaşayan oğlunun evine yemeğe gider. yemek sırasında, anne oğlunun ev arkadaşının ne kadar yakışıklı olduğunu fark etmiştir. oğlunun cinsel yönelimi hakkında şüpheli olan anne, iyi bir anne olarak doğru zaman gelince oğlunun kendisine açıklayacağını düşündüğünü için sesini çıkartmaz. ancak bu durum kendisini daha da meraklandırır. yemeğin devamında anne, oğlu ve ev arkadaşı arasındaki iletişimi, bakışmalarını izlerken dahası olup-olmadığını düşündü. annesinin bakışlarını hisseden oğlu ''aklından geçenleri biliyorum anne ve içini ferah tut, biz sadece ev arkadaşıyız ve dahası yok.'' der. bir hafta sonra, ev arkadaşı diğerine ''anne buraya geldiğinden beri gümüş servis tabağı/tepsi kayboldu, sence o almış olabilir mi?'' der. bunun üzerine oğul ''onun almadığına eminim ama yine de bi sorayım'' der ve mail atar annesine:

''merhaba anne,

sen aldın demiyorum, sen almadın da diyemiyorum ama durum o ki sen bizim eve yemeğe geldiğinden beri gümüş tepsi kayıp.

sevgiler -oğlun. ''

birkaç gün sonra oğul, annesinden yanıt alır:

''sevgili oğlum,

ev arkadaşınla yatıyorsun demiyorum ama ev arkadaşınla yatmıyorsun da demiyorum. seni sevdiğimi biliyorsun ve durum ne olursa olsun ki seni daha az önemsemem ama eğer ev arkadaşın yatağında yatıyor olsaydı gümüş tepsiyi yastığının altında bulurdu.

ikiniz ne zaman bana yemeğe geliyorsunuz?

sevgiler, annen.''

16 eylül 2014 lady gaga istanbul konseri

güzeldi. muazzam değil ama mükemmeldi. bunun en büyük sebebi de konsere gelen kitlenin hakikaten alakasızlığıydı.

gaga'nın o kusursuz sesi, performansı, içtenliği ve bitmek bilmeyen enerjisi ile şov harikaydı; öyle ki set list'in dışına çıkıp you & i söyleyerek mest etti. bir an olsun eğlenip-eğlenmekten durmadı, durdurmadı. sahaiçindeydim, gitmeden önce diyordum ki ''herhalde tıklım tıkış, herkesin tek vücut olduğu bi şey olur'' ama öyle olmadı, çılgınlar gibi dans ettim. hele de bad romance'e sıra gelince kendimi kaybettim. en öndeki aşırı little monster arkadaşlar dışında öyle her şarkıya eşlik edilmediğini duyunca açıkcası benim bile moralim bozuldu, anca paparazzi, alejandro ve bad romance'te biraz tüm kalabalık da eşlik etti. bad romance zaten başlı başına efsaneydi (harajuku olaylarından hoşlanmasam bile), resmen 6 yıl beklediğime değdi diyebilirim.

sadece müzik değil, her ne kadar bir pazarlama stratejisi de olsa gaga gerçekten bir kez daha neden bu kadar benimsendiğini gösterdi. o iran'lı hayranını sahneye çıkartıp hepimizi kıskançlıktan çatlatırken ona sarılması, born this way söylemeleri... hangi şarkıda hatırlamıyorum ama o yaptığı ''farklı olmaktan korkmayın!'' konuşması ve ''bu gece buradaki gaylerin ellerini kaldırmalarını istiyorum, bu dünyada farklı olmak zordur ve ne olursa olsun tanrı sizi seviyor'' diyerek gönlümü bir kez daha fethetti. hani gerçekten, belki çok banal gelicek ama o an orada hissettiğim o kabul edilme, o huzur hissini, o samimiyeti anlatamam."tonight we celebrate acceptance, tolerance, and love" diyerek pride bayrağını daha da yükseğe kaldırmasını söyledi.

ölmeden önce yapılması gerekenler listesinden bir tanesini daha sildik, bir dahakine en önden bilet alıp gaga'yla karşılıklı dans etmek daha harika olur!

çocukken hayal edilen tanrı şekli

doğru insanı beklemek

ilk başta bekleyenlerdendim, daha doğrusu ikinci sınıf bir romantik komedi tadında onun ''gelip'' beni bulmasını falan bekliyordum. ne bileyim insan az-çok hak ettiğini düşünüyor, kimler kimleri buluyor yani. baktım kimsenin geldiği yok, moralman tam gaz düşüşteyim ufak ufak, kendimce atılımlar yaptım ama değil erkeklere, insanlığa olan inancım sıfırın altına düştü. zaten ölsem ilk adımı atacak ya da birilerine yürüyecek biri değilim, kısa sürede doğru dürüst bir şey yaşamadan ilişkilerden falan her şeyden soğudum. hayır zaten insanlar nereden, nasıl tanışıyor da böyle aşık oluyor falan onu da bilmiyorum, ıskarta mı oldum acaba diye düşünmüyor değilim ara sıra.

hayaller :
vs gerçekler:


özetle -

hornet kezbanlarından inciler

''ben vodafone gibi anı yaşatmayı, turkcell gibi hayata bağlatmayı ve avea gibi ohhh be dedirtmesini bilirim...''

sözlükteki hdp düşmanlığı

birazdan söyleyeceklerim için tahminen (yine) aforoz edileceğim ama çok "renkli" bir sözlük olmamız sebebiyle, konu hakkındaki fikrimi söyleme ihtiyacı duydum buradaki birçok birey gibi.

öncelikle, haftalardır troll diye eleştirdiğiniz yazarlar gibi karşıt demeyeyim ama aynı paydada olmayınca hemen bir şeyin "düşmanlık" diye adlandırılmasını ne bileyim, doğru bulmuyorum. birini kendinize düşman ilan etmeniz için gerçekten bir şeylere kast etmesi ve karşılıklı bir süregelen çekişme, baskı olması gerektiği kanaatindeyim. öyle ki, sözlükteki birçok birey de gayet hdp'yi destekliyor-ki bunda negatif bir şey görmüyorum çünkü herkesin istediği şekilde hareket etme hakkı var, ben kimim ki diğerlerini düzeltme ihtiyacına gireyim daha doğrusu, düzeltme doğru bir kelime değil ama diğerlerine kendi düşüncemi kabul ettirmeye çalışayım? nasıl güzellik göreceli bir kavramsa, iyi-kötü de belirli sınırları olsa da kendi içerisinde yine göreceli bir kavram benim gözümde. sonuçta (sözümona) burası özgür bir ülke, keza bu platform da.

siyasetten hoşlanan birisi değilim çünkü benim için başa kim çıkarsa çıksın aynı güç savaşından, açlık oyunlarından başka bir şey değil. evet, şu anki 12 yıldır süregelen durum gerçekten iyi değil ama keza bundan önce de(çok önce de) öyle belirli bir refah seviyesine ulaşmış bir ülke değildik. neyse, hayatım boyunca ırkçı bir insan olmadım keza kendimi de böyle görmüyorum çünkü ırk, aynı insanın ailesini seçememesi gibi kan yoluyla atanan bir bağdır. bununla ne kadar ilgili olacağınız sizin elinizde (kültürünüzü bilmek vs) olan bir şey. benim nezlimde insan ne olursa olsun insan olsun, karakteri düzgün olsundur.

sırf desteklemediğim için sanılanın aksine hdp'den nefret etmiyorum, ama hoşlandığımı da söyleyemem; bu konuda nötrüm. saygı duyuyorum ama benim değer yargılarıma veyahut doğrularıma oturmuyor, keza diğer hiçbir parti de böyle. böyle düşünmemin de birkaç sebebi var. ilk olarak, ırkın bir insanı saf bir şekilde tanımlayabilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. (bilgim dahilinde) eğer osmanlı torunu değilseniz ya da türkmenistan kökenli değilseniz, teknik olarak kimse türk değil. aynı amerika'da italyanı, ispanyolu birçok farklılığın bulunması gibi ülkemizde de kürt,çerkes,macır,boşnak birçok koldan insan var. büyüdüğünüz ülkenin çerçevesinde, türk milletine mensup oluyorsun, ırkına değil-keza amerika'da doğup büyüyen anne-babası türk olan bir türk amerikan olarak adlandırılır mı? bence adlandırılamaz. insanların bu ırkçılık yüzünden dünya'nın her yerinde ne acılar çektiği aşikar, keza ülkemizde de öyle. bunu anlıyorum. benim bu konuda anlamadığım ve anlatamadığım, bir ülke içerisinde, özellikle de ırk ayrımı ile bir ayrıma gidilmesi. birçok devlet, çok uluslu yani a,b,c birçok ırktan insanı barındırıyor. böyle bir oluşumda, herkes kendi kültürü çerçevesinde bir şeyler gerçekleştirmek isterse, o zaman her şeyin çok farklı yönlere gidebileceğini düşünüyorum.

çerkesim, bu kültürle hayli içli dışlı, bilimciyle büyüdüm. benim de annemler yeri gelir evde çerkesce konuşur, paylaşımlar yapılır. benim yaptığım çıkarımla, o zaman haydi çerkes'i de laz'ı da macır'ı da hepimiz bir kendi içimizde içselleşmeye gidelim. türkiye gibi "medeniyetler beşiği" diye anılan ülkede bu kadar farklı insanın olması çok normal bir şey. insanların haklı olarak hakkını arama ihtiyacını anlıyorum ama o zaman iş bir süre sonra yine, daha da beter bir bölünmeye yol açacağı kanaatindeyim. o zaman biz de hakkımızı talep edelim, x'de etsin y'de böyle gider.

yazdıklarım da aksi anlaşabilecek olsa da, gerçekten kendimi turancı, milliyetçi biri olarak görmüyorum. sadece dediğim gibi, türkiye gibi her devlet altında birçok farklı milleti barındırıyor ve bence bu devletin bir kurum olması gereğinden olağan bi yapı.

ikinci olarak, sırf kürt/gay ya da herhangi bir azıklıktasın diye ille de "hdp benim partim hörörörö" dümdüz gitmeni anlamlandıramıyorum. evet, diğer partiler de baktın mı hiçbiri ne benim ne senin tamamen düşüncelerini, ideallerini karşılamıyordur ama zaten işte olay burada ortaya çıkıyor, kendini bir şeye ait hissetme zorunluluğu. evet, vatandaş olarak senin mecliste, ülke yönetiminde söz sahibi olman en doğal hakkın ve kendine-en yakın diyelim-partiyi destekleyerek bunu onlar üzerinden yapıyorsun diyelim, ama gerçekte o adam seni ne kadar temsil ediyor? toplumun geneliyle birlikte senin iraden, senin ideallerin orada ne denli hayata geçiyor? bu zamana kadar hiçbir milletvekilinin toplumun birebir aynası olduğunu göremedim (hatalıysam seve seve öğrenmeye açığım). eğer hdp öncelikli olarak lgbtileri savunsa, gerçekten sözlükteki bu denli yoğunluğu anlayabilir, bizzat destekler ve önlerinde şapkamı çıkartabilirdim ki ancak "halkların, azınlıkların" hakkını savunma adı altında biz yine ikinci, hatta üçüncü plandayız. değil hdp hiçbir parti bence en az önümüzdeki 20-30 yıl içerisinde(ki kimse bu kadar beklememeli) seni sevdiğin adamla evlendirebilecek, seni anayasada ve hukukta, gerçek hayatta herkesle aynı seviyeye koyacak, öyle erkek arkadaşınla beyaz çitli ev ve 3 çocuk gibi toz pembe hayallerini gerçek kılmayacak. sözde özgürlükler ülkesi amerika'da bile böyle bir kabullenme ortamı yok, avrupa'nın da biraz daha iyi olduğu söylenebilir. o yüzden "hdp'ye oy vermeyen eşcinsel" dışlaması, kötülemesini doğru bulamıyorum.

üçüncü olarak, bunların hepsi bir yana, bir bebek katilini öncü edinen bir oluşumu ben kabul edemem, hayatım boyunca da edebileceğimi sanmıyorum. her ne kadar hakkında çıkan şeylere rağmen demirtaş'ın birçok söylemini, politikacılığını bir yere kadar doğru, beğenilir bulsam da "apo'nun heykelini dikeceğiz"den sonra bende film koptu. evet, barajı geçmelerini, iktidara karşı olmalarını gerçekten takdir ediyorum ama özgürlük kisvesi altında köyleri tarayan, nicelerini katleden, terör örgütünün başıyla ilişik olan bir yapılanmayı ben kabul edemiyorum ne yazık ki. eğer öcalan ile bu bağ olmasa, barış sağlanması yolunda etkisi azalan pkk'ya rağmen hdp'yi gerçekten anlayabilir ve kabul edebilirdim bir yere kadar sözlük. ama edemiyorum. aklıma çocukken o dönen haberler, üst üste kadın cesetleri, kucağında bebeğiyle anne ve duvarda apo, pkk yazıları geliyor. diyeceksiniz ki, kürtler'in canı yanmadı mı? yandı, hem de allah bilir nasıl , hele de şu son birkaç senede, ama cana karşı can alarak özgürlük kazanılmaz, adalet sağlanmaz benim düşüncem. doğru demek bana düşmeyebilir ama en azından makul değil bu olanlar.evet geçmiş geçmişte kaldı, önemli olan geleceğin neler getireceğidir ama benim gözümde geleceği şekillendiren de geçmişteki etkilerin tepkisidir.

eğer bıkmayıp, sonuna kadar okuduysanız ve kendimce bakış açımı bir nebze de olsa anlatabildiysem; düşünceniz ne olursa olsun yine de teşekkürler.

breaking bad

hemen hemen birçok yabancı diziyi izlediğim halde bir turlu isinamadigim ve herkesin bu kadar bayılmasının da biraz abartı olduğunu düşündüğüm dizi...

geçmişe dair silmeye kıyamadığınız fotoğraflar

arkadaşlık anlamında, biriyle gerçekten bitmişse hiç tereddüt etmeden sildiğim, benim için önemsiz olan bir konudur, çünkü o resim artık geçmişte kalmıştır ve her bakışta o zamanları hatırlayıp iç çekmek-hatırlamak bana geçmişe takılmak gibi geliyor. hele de o kişi bu durumda suçlu olan ise.

eğer resimde çok iyi çıktığımı düşünüyorsam resmin kendim olan bölümünü kesip ayırma bencilliğini de yapmışlığım vardır...

aileye açılmak

twitter'da rastladığım 4 fotoğraflık bir öyküyü, ve siz sevgili sözlükçüler için olduğunca çevirdim. sanırım esasen bir tumblr postu, epey de gülümsetti beni.

bir anne, ev arkadaşıyla beraber yaşayan oğlunun evine yemeğe gider. yemek sırasında, anne oğlunun ev arkadaşının ne kadar yakışıklı olduğunu fark etmiştir. oğlunun cinsel yönelimi hakkında şüpheli olan anne, iyi bir anne olarak doğru zaman gelince oğlunun kendisine açıklayacağını düşündüğünü için sesini çıkartmaz. ancak bu durum kendisini daha da meraklandırır. yemeğin devamında anne, oğlu ve ev arkadaşı arasındaki iletişimi, bakışmalarını izlerken dahası olup-olmadığını düşündü. annesinin bakışlarını hisseden oğlu ''aklından geçenleri biliyorum anne ve içini ferah tut, biz sadece ev arkadaşıyız ve dahası yok.'' der. bir hafta sonra, ev arkadaşı diğerine ''anne buraya geldiğinden beri gümüş servis tabağı/tepsi kayboldu, sence o almış olabilir mi?'' der. bunun üzerine oğul ''onun almadığına eminim ama yine de bi sorayım'' der ve mail atar annesine:

''merhaba anne,

sen aldın demiyorum, sen almadın da diyemiyorum ama durum o ki sen bizim eve yemeğe geldiğinden beri gümüş tepsi kayıp.

sevgiler -oğlun. ''

birkaç gün sonra oğul, annesinden yanıt alır:

''sevgili oğlum,

ev arkadaşınla yatıyorsun demiyorum ama ev arkadaşınla yatmıyorsun da demiyorum. seni sevdiğimi biliyorsun ve durum ne olursa olsun ki seni daha az önemsemem ama eğer ev arkadaşın yatağında yatıyor olsaydı gümüş tepsiyi yastığının altında bulurdu.

ikiniz ne zaman bana yemeğe geliyorsunuz?

sevgiler, annen.''

2014 istanbul lgbt onur haftası ve gay pride

katıl(a)madığım için belki böyle bir şeyi söylemeye hakkım yok ama bir anlamda birtakım kişilerce başka bir şeye dönüştürüldüğünü düşündüğüm hareket.

demeye çalıştığım, gerçekten lgbt destekcisi olan insanlara hayranım bu tutumlarından ötürü ama lgbt'i benimsememiş, pride'ı herhangi bir sosyal event olarak gören-giden, gereksiz paylaşımları durmayan yapmacık insanlara da hakikayen uyuz oldum. iki gün önce 'gay' diye etiketlediği ya da bunun dedikodusunu yapan straight insanların elinde pankartlarla vs inanmadıkları-desteklemedikleri eşitlik adı altında sırf kendilerini göstermek için bu tarz katılımlarını pek samimi bulmuyorum.

bu insanlar için önemli olan ' farkındalık ' . ha lgbt hareketi ha bir direniş fark etmiyor, önemli olan ' biz de oradaydık ' diyebilme çabaları.
Henüz takip ettiği biri yok.